Bataklık Adamı
Terrebone bataklığı vakası
18 Kasım 1992
Lake De Cade, Louisiana
Kurban: Ellis Marwood
Rutubetten kararmış selvilerin yükseldiği, koyu gri suyun kıyıya doğru sığılaştığı yerde farklı tahtalarla birleştirilmiş yamuk yumuk bir kulübe vardı. Suyun hemen üzerinde bir basamak gibi biten korkuluksuz verandasında soyulmuş, beyaz boyasıyla duran çift kişilik bir sallanan sandalye ve bir varil harici görünürde nesne yoktu. Sis, kulübenin çatısını ve dış hatlarını yumuşatmış, sadece ön tarafını net bir şekilde görünür kılmıştı. Uzaklarda yalnız bir balıkçılın puslu çığlığı duyuluyordu. Kara bir aligatör ise su altında hareket etmeksizin ıslak bir kütük gibi süzülüyordu. Sisin etrafını kaplamış olduğu güneş, gri gökyüzünde soluk ve kapalı bir sarı renginde asılı kalmıştı. İspanyol yosunları ağaçların nemden yumuşamış, pörsük dallarından beyaz iplikler halinde sarkıyor ve en ufak rüzgarda hafifçe süzülüyorlardı. Çayırlar ise yerini kahverengi çürümüş otlara bırakmıştı.
Adamın omuzlarına dek inen sarımtrak ince tellerle örtülü kafasını görmemle yıpranmış kapının aralanması bir oldu. Korkutucu derecede zayıftı. İnce boyun kasları sisin ardından bile rahatça seçilebiliyordu. Benizi yapışkan bir ter örtüsüyle kaplanmıştı. Paçavradan farksız, kaçık kahverengi, yırtık pırtık bir üstü vardı. İlerleyen yaşı sebebiyle çarpık şekilli, sararmış tırnakları çıplak ayaklarından bataklık selvilerinin kökleri gibi yükseliyordu. Üst ve alt dişlerinin arasına çökmüş yanakları elmacık kemiklerinin altında karaltılar oluşturmuştu. Bulunduğum mesafeden gözleri iki siyah çukur halinde gözüküyordu ancak bir anlığına irislerindeki yeşil rengi yakalar gibi oldum. Adam bataklıkla sürdürdüğü muhtemelen yıllar süren simbiyotik ilişkisi sonucu dehümanizasyona uğramıştı. Ondan nasıl bahsedeceğimi sonunda bulmuştum.
Bataklık Adamı
Bataklık Adamı başını benden tarafa çevirdi. Dürbünümü küçük dallarının arasına sabitlemiş olduğum çalının arkasına biraz daha sindim. Adam yaklaşık yarım dakika boyunca bakışlarını çalıya sabitledikten sonra kapıyı kapatmadan içeriye döndü ve sırtı dönük bir halde, iki koluyla gümüşi bir beyazlığa sahip şeyi sürükleyerek verandaya geri çıktı. Tamamen çıplak, yarı çürümüş bir kadın cesediydi bu. Derisi pullanmıştı. 40x22 dürbünümü iyice yakınlaştırınca kadının göz yuvalarında kıvranan kurtçukları gördüm. Bu sırada anlımda biriken soğuk ter zerreciklerini hissediyor, boğazıma yükselen bulantıyla mücadele ederken kusmamaya çalışıyordum. Yine de beklediğimden daha sakin kalmıştım. Bataklık Adamı ani bir hareketle kadını belinden kaldırarak o beyaz, çift kişilik sallanan sandalyeye taşıdı. Kadını muazzam bir özenle sandalyeye oturttuktan ve vücudunu sabitledikten sonra çökük yanakları keyifli bir şekilde titredi. Hiç hareket etmeden kadına 5 dakika boyunca bakakaldı. Ardından yine ani bir hareketle sırtını kadına döndü. Kolunu verandanın ucundaki varile daldırdı. Çıkan su sesi, şu ana kadar kış dönemindeki bataklığın muazzam sessizliğini bozan birkaç şeyden biri olmuştu. Varilden beyaz karınlı bir bataklık yengeci çıkarttı ve tekrardan içeri dalıp elinde eski, el işlemesi bir palayla geri döndü. Pala neredeyse tamamen siyah bir lekeyle kaplanmıştı. Kurumuş kan mı, yoksa çamur mu? kestirmek zordu. Sağ elinde palası, sol elinde yengeciyle sandalyeye oturarak kadının yanına iyice sokuldu. Parmaklarıyla kadının neredeyse deforme olmuş, yer yer kemikleri gözüken çenesini okşadıktan sonra yengeci bir eliyle sandalyeye sabitleyerek bacaklarını palayla kopartmaya başladı. Kopardığı bacakları tek tek kadının gözlerine saplayarak uçlarından tuttu ve göz akını bir çorba karıştırıyormuş gibi bulamaç etti. Ardından ucunda birikmiş püre halindeki çürümüş göz akını yengeç bacağıyla birlikte ağzına atıp çiğnemeye başladı.
Göz akıyla kirlenmiş ince, mor dudaklarının çevresini uzun diliyle temizlerken ani duruşları ve kilitlenişlerinden birini daha yaptı. Oturduğu yerden kafasını, vücudunu kımıldatmadan, yeşil gözlerini sindiğim çalıya değdirecek şekilde, ölümcül bir yavaşlıkta kaldırmıştı. Güneş tam o sırada açmaya başladı. Dürbünden yansıyan bir ışık hüzmesi işimi bitirirdi. Ya da çoktan bitirmişti. Bu kez tesadüf değildi. Beni gerçekten fark etmişti. Nabzım başından beri yüksekti ama kalbim oldukça sert ve ani birkaç atış yaparak vücudumu sarstı. Ter her yerimi basarken etrafıma sivrisinekler üşüşmüştü. Saatlerdir üzerine çömeldiğim bacaklarım titriyordu. Dengemi kaybedip çalının altında sürüklenen çamurlu suya kapaklanmam an meselesiydi. Vücudum dengede ve sakin kalmam uğruna muazzam bir efor harcıyordu. Elimdeki dürbün delicesine titreye dururken Bataklık adamını kolaçan etmeye çalışıyordum. Yengecin kalan son bacağını da koparıp kadının gözüne sapladı ve elindeki palayı sandalyeye bırakarak ayağa kalktı. Verandanın kenarına çömelerek elini gri suya daldırdı ve iri bir bataklık kurbağası yakaladı. Kurbağayı çilli burnuna doğru götürüp kokladı, iki eliyle güneşe doğru tutup inceledi. Sonrasında tekrar yüzüne yaklaştırdı ve hayvanın yapışkan derisini yalamaya başladı. Yalama ritüelini sonlandırdıktan sonra hayvanı sarı dişli ağzına götürdü ve bir ısırıkta kafasını kopardı. Kan bakır sakallı güçlü çenesinden damlaya dururken verandaya doğru çömelip oturdu ve çıplak ayaklarını suya daldırdı. Kurbağanın elinde kalan kısmını ise sünger gibi sıkıp kanını diline akıttıktan sonra kuruyan hayvanı gri suya fırlattı. Gözlerini tekrar çalıya değdirmişti. Burnuma gelen idrar kokusuyla altımı ıslattığımı anladım.
Deli gibi korkuyordum. Ter, idrar ve nemle bezeli pis vücudum bataklığın bir parçası haline gelmişti. Simbiyotik süreç devreye girmişti. Bataklık Adamı gülümsüyordu. Bataklık adamı amacına ulaşmıştı.
Verandadan suya doğru güçlü tendonlarıyla zıplayarak gri suyun altına daldı ve bana doğru süzüldü.